Kayıtlar

nar-ı aşk doğar, insan kendini bildiğinde

  baharın ilk yağmurları düşerken yeryüzüne, insan ilk fırça darbesini buluşturur tuvalle. seher vaktinin kokusuna karışmış, yağmurla buluşan toprak kokusu… kuşlar zikrini eda ederken günün ilk ışıkları dağılmaya başlamış her yere. huzur kokan bir havada, yağan yağmurun sesi. açık pencereden içeri dolan kuş sesleri, karanlığı bir örtü gibi kenara bırakan sema… fırça hâlâ tuvalde. yol onu nereye götürecek bilmiyor. fakat bir yerden başlamalı, bu huzur ona bunu hissettiriyor. önce düz bir çizgi ilerliyor tuvalde, yeşil ve sarının tonları gölge veriyor henüz bilmediğimiz şekle. “nasiya” kökünden geldiğine inanılan insan, "unutur" bir anda ismine yakışır bir şekilde. derin bir nefes alır insan. penceresine ilerler, geride kalan karanlığa ve etrafın aydınlanışına takılır gözleri. kuşları dinler, kendi dillerinde bir şeyler konuşuyorlar gibi. hatta sanki bir senfoni tutturmuşlar yalnızca odaklarında bu var. her yerde bir huzur fakat ne tezattır ki insanda yok huzur. unuttuğunu arar...

kapanan devirler, devam eden hayatlar

olabildiğince tozlu ve gri bir hava. ne bir duvar ne de baca... sokak da değil bir bina da. sanki bir çocuğun koyu griye boyadığı bir kâğıtta... bu metruk renk dışında ve toz kokusundan başka hiçbir şey yok etrafta. ışıkları bile söndürmüşler, kapılar kayıpmış ve anahtarları hiç olmamış.  dizlerinin üzerinde sağa sola bakınıyor. hiçbir ışık olmamasına rağmen o rengi algılayabiliyor. çevresinde hiçbir nesne yok, bu çok tuhaf geliyor. genelde gözlerini yeniden açtığında, yalnız başına uyandığı odalar veya çöktüğü kaldırım taşları karşılardı onu bir yerlerde. bu sefer sonsuz bir boşluktan başka hiçbir şeye rastlamayışı onu, hayatta olup olmadığına dair bir sorgulamaya itiyor. sessizliğin içinde aldığı derin soluklar ve burnuna gelen toz kokusuna karışmış dumanlar onu yeniden gerçekliğe döndürüyor. destek aldığı zeminden elini yavaşça uzaklaştırıp avucunu kendine doğru çeviriyor. silinmeye yüz tutmuş fakat bir o kadar da yerli yerinde duran tek kelimelik yazıya ne hissedeceğini bilemey...

kendine dön, geç olmadan...

Resim
  düşünüyorum bazen. hayır çoğu zaman. dakikalarımızı hatta bazen korkunç bir şekilde saatlerimizi nasıl da insanların bizim hakkımızdaki düşüncelerine harcadığımızı... ya da kimin neyi nasıl anladığını ya da o insanın bizi iyi mi yoksa kötü mü gördüğünü... o kadar düşünüyoruz ki bu bazen rüyalarımızı bile ele geçiriyor. kendi nefesimizi kendimiz kesiyoruz, hayatımızdan belki kaç gün çalıyoruz. kahroluyorum düşündükçe, ve kahroluyorum düşünme yetimi nice lüzumu olmayan yerlerde kullandığım gerçeğine...  hayatta zaten bizi yoran yeterince keşmekeş ve zorluk varken hayatı bir de kendi kendine zindan edenler... bu ülkenin ve bu dünyanın bizlere ihtiyacı var. her şeyden önce bizim sağlam bir akıl ve vücuda ihtiyacımız var. nice ödenecek can ve minnet borcumuz, ne büyük davalarımız var. ve bunların hepsi için önce kendimize ihtiyacımız var. bu tüm sözlerimin başına getiriyor beni. neden bu kadar yazık ediyoruz kendimize? neden tıkandık bir yerlerde? ve neden açmıyoruz gözlerimizi? ...

bir parça büyümek

Resim
  never meant to belong ♪ puzzle’ları bilirsiniz. birden fazla parçanın, eşleri ile birleşmesi sonucu ortaya bir resim çıkar. işte o parçalar ne kadar da kritik bir öneme sahip. eğer birbirini tamamlayacak girinti ve çıkıntılara sahip olmazlarsa birbirlerini tamamlayamıyorlar. birbirini tamamlayamayan parçalar bir resmi oluşturamazlar. evrende bir toz tanesi kadar ufağız esasında. tıpkı binlerce puzzle parçasının bir araya gelerek o büyük resmi oluşturması gibi bizler de bir araya gelerek evrendeki işleyişin birer parçası oluyoruz. ortak noktalara sahibiz kısaca. düşündüm ki hepimizin elinde birer puzzle parçası bulunsa ve bunlar bizleri temsil etse… her birimiz hayatımızın belli dönemlerinde belirli resimlere konuk oluyoruz. doğumumuzdan itibaren başlıyor bu yolculuk. ve biz, resim hep aynı kalacak sanıyoruz. fakat yanılıyoruz. insan, büyüyen gelişen bir varlıktır. bu sebeple hiçbir zaman aynı kalmaz, kalamaz. yolculuğu hep devam eder ve bu yolculuk esnasında uğradığı duraklar...

günlüğümden.

günlüğüme yazmaya başladığım satırlar bir anda buraya döküldüler... okuyorsanız eğer, teşekkürler...  bugün günlerden… 26 Eylül 2025 Cuma 10:27 bugün günlerden artık bir şeyleri idrak etmeye başladığım gün. kabul etmem gereken... birkaç gündür yazmayı deliler gibi istesem de yazacak enerjiyi kendimde bulamamıştım. demek ki böyle olmalıymış yoksa yazdığım takdirde; cümlelerimden gözyaşyaşları süzülecek, satırlardan kanlar damlayacaktı. parçalı bulutlu şu an her şey. sağanak yağmur ve gök gürültüsü kesildi en azından. şimşeklerin sesleri ve yıldırımların ışığı bitti. yalnızca bulutların ardından süzülen gün ışığı var şimdi. her an bulutlar dağılabilir ve güneş çıkabilir ortaya. fakat emin olamıyorum, bulutlar çoğalıp sağanak bir yağmura da dönüşebilir. ama korkmuyorum. çünkü hayat bana şunu çok net bir şekilde gösterdi ki yağmurlar her zaman olacak. doğanın kanunu bu. var olan su buharlaşır, bulutlar oluşur ve önce gün ışığı bir miktar kaybolur. sonra tamamen güneş ışınlarına ulaşama...

gül.

  gül. Neden bilmiyorum ama gül. Bazen bir çiçek olan gül, bazen de eylem olan... Cümlelerimin tükendiğini sandığım sayısız gün geçirdim. Artık yazamayacağımı düşündüğüm yazsam da ruha dokunamayacağından korktuğum... Belki haklıyımdır. Artık bir ruha temas etmez cümlelerim, öylece teğet geçer yalnızca. Fakat bu demek değildir ki bir ruhun sözleri değil bunlar...  İnsanları düşünmekten kendine varamayan binlerce insan... Sözde "kime ne?" derler ancak endişelerinden bir türlü sıyrılamayanlar... En acısı da bazen bunu fazla abartırlar ve kendi değerlerini, benliklerini hiçe sayarlar. Sonra sonuç, anlamsız mutsuzluklar... Tükenişler, bitişler... Hepimiz birer birer tükensek ne olur hiç düşündünüz mü? Etrafınıza bir bakın. Hiç yorulduğu için düzene baş kaldıran bir karınca gördünüz mü? Ya da uçmayı bırakmak isteyen bir beyaz güvercin? Veya bu insanlar bu renkliliği, mis kokuyu hak etmiyor diye solan bir çiçek? Ve dahası... Anlıyorum; bizim o canlılardan farkımız, irademiz. İrademi...

Silüet ve Beyaz Karanfil Bahçesi

Resim
    Seversin geceleri, geceler de seni sever belki. Fakat kanarsan büyüsüne, o da acımaz kanatır seni sessizce. Karanlık yutar seni, sen sarıldı zannedersin. İyimserlik mi denir buna ya da gözlerin kapanır  mı gerçek dünyaya? Sorun da tam burada başlar işte. Sen biraz gözünü açmalısın...   Yıldızlar parlar gecenin bir vaktinde. İnciler gibi fakat intizamsız biçimde. Dağınık ama uyumu yakalamış kendi içinde. Tanıdıktı yakında, bir yerlerde... Ağaçların hışırtıları duyulur, beden evini bulmuş gibi huzur bulur. Doğa insanın içine işler, insan ise doğayı... Haksızlıklar ardı ardına, terazinin bir kefesi asla kalkmaz yukarıya.    Çiçekler de rüzgâra kapılmış, salınmaktalarmış huzurla. Baykuş sesleri uzaktan duyulur, ateş böcekleri ağaçların altında. Beyaz Karanfil bahçesi. Böyle yazıyormuş hemen ilerideki tabelada. Bir silüet gözükmekte karanlıkta. Sanki yokmuş gibi ama bir o kadar da var, hissettirmekte. Ateş böceklerine dalmış gözleri. Sanki tanıyormuş gibi ...