kendine dön, geç olmadan...
düşünüyorum bazen. hayır çoğu zaman.
dakikalarımızı hatta bazen korkunç bir şekilde saatlerimizi nasıl da insanların bizim hakkımızdaki düşüncelerine harcadığımızı... ya da kimin neyi nasıl anladığını ya da o insanın bizi iyi mi yoksa kötü mü gördüğünü... o kadar düşünüyoruz ki bu bazen rüyalarımızı bile ele geçiriyor. kendi nefesimizi kendimiz kesiyoruz, hayatımızdan belki kaç gün çalıyoruz. kahroluyorum düşündükçe, ve kahroluyorum düşünme yetimi nice lüzumu olmayan yerlerde kullandığım gerçeğine...
hayatta zaten bizi yoran yeterince keşmekeş ve zorluk varken hayatı bir de kendi kendine zindan edenler... bu ülkenin ve bu dünyanın bizlere ihtiyacı var. her şeyden önce bizim sağlam bir akıl ve vücuda ihtiyacımız var. nice ödenecek can ve minnet borcumuz, ne büyük davalarımız var. ve bunların hepsi için önce kendimize ihtiyacımız var. bu tüm sözlerimin başına getiriyor beni. neden bu kadar yazık ediyoruz kendimize? neden tıkandık bir yerlerde? ve neden açmıyoruz gözlerimizi? bir tane hayatımız var. ve bu düşünceden yola çıkarak gitmemiz gereken yönü dikkatli tayin etmekte fayda var.
kendimize dönelim. kendimize döndüğümüz yaşlar ihtiyar vakitlerimizde, bir hasta yatağında olmasın...
kendine dön, geç olmadan...
günlerin birinde bir gece. baykuşların dallarına konmuş düşündüğü, dolunayın bulutlar ardına saklandığı ve insanların evlerine çekildiği soğuk bir aralık gecesinde... elektriklerin olmadığı ve mum ışıklarının odalara ışık verdiği, koridorların gaz lambaları ile gölgelendiği bir evde... elini çenesinin altına konumlandırmış, dirseğini büküp masaya dayamış bir kadın; mum ışığa dalmış. mum titredikçe o da titremiş, onun yaydığı ufacık ışığın odaya yaydığı ışığa hayret etmiş. odada saymış ki tam dokuz mum, dokuz mumun odayı aydınlattığı bir durum. masanın başında kadın, gözleri önüne serilmiş samandan bir kâğıt. yanında mürekkebe bulanmış bir kalemin izleri, mürekkebin masaya karıştığı birkaç damla emare. kadının gözleri mürekkep izlerine karıştığında mum alevlerinin titrek ışığı altındaki oda, dar gelir kadına. parmakları usulca ulaşır kağıdın sarı tenine, diğer eliyse dolaşır kaleme. aklına ne düşse damlatır parmak uçlarından kağıda dizilmiş hayali satırlara. mumların alevleri ufak boyutlarına rağmen harlanır karanlığın bastığı odada. kadın bırakır kalemi masanın bir ucuna. gözleriyle tarar işlediği cümleleri yavaşça. burnunun ucunda asılı duran gözlüğü fark ettiği an kağıdı masaya bırakır ve geriye doğru iter gözlüğünü burnundan. çok geçmeden düşüncelere dalar...
hayatta dik durmak gerek eğriliklere karşı. alev gibi titrediğimiz zamanlara karışan korkular, yankılanan dualarla ateşimizi harladığında; bir odanın aydınlanmasını sağlar. kederler sözcüklere karıştığında fermanlar olur nice insanlara yol açar. öfke, sağlam adımlar attırdığında, çaresizlik yeni anahtarlara kavuşturduğunda umut yeniden doğar. duygular dönüştürüldüğünde; sessizliği söndürür çığlıklar, nice sesler yeniden can bulur sayfalar boyunca.
bu sözlerin aklından birer birer aktığı o saatlerde odaya yaklaşan ayak sesleri bir an duraksar. odanın kapısından başını uzatan gençlerinde bir delikanlı, masanın başında duran kadının dalgın gözlerine tutunur. kadın, gözlerini daldığı masadan kaldırmaya bile tenezzül etmediğinde; delikanlı kadına yaklaşır ve elini omzuna koyar. kadının gözleri bir anlığına delikanlıya ulaşır.
"saat geç oldu Deva hanım, uyku vaktiniz..."
kadın, öylece masayı seyretmeye devam ettiğinde; "yine kapatmışsınız ışıkları, yakmışsınız mumları," etrafı inceleyerek konuşmaya devam eder delikanlı, "her gece bütün ışıkları söndürüp mumları ve gaz lambalarını bir bir yaktığınızda anlıyorum ki Deva hanımın kendine deva olma vakti gelmiş." derin bir nefes alıp kadına döndüğünde, bir yandan masanın diğer ucundaki cam bardağa ve kristal sürahiye uzandı. "yazdığınız tüm satırları," başıyla odanın köşesini işaret etti " şu şifonyerin üçüncü çekmecesinde saklıyorum." kayıp giden su, bardağı doldurduğunda; Deva hanımın narin parmakları bardağa dolandı.
ılık su, kadının boğazından kayıp giderken delikanlı yeniden ağzını açtı.
"keşke bir kez de olsa benimle konuşsanız... sanki bir şey olmuş ve o şey sizin tüm sesinizi yutmuş..." sabit gözlerle masadaki saman kâğıdını izleyen kadına karşılık delikanlı kapıya doğru yöneldi. "ben ilaçlarınızı getiriyorum, Deva hanım..."
Deva hanım 76 yaşında ve bir yaşlı bakım evinde konaklıyor. koca ömründe o kadar hayat yaşamış ki bir kendi hayatında nefes alamamış. her gece satırlara kazıdığı cümleler, hiçbir zaman giden günleri geri getirmeyecek, bunu geç de olsa anlamış.
biliyorum tuhaf bir esinti gibi bu cümleler,
fakat olsun aksın gitsin satırlar birer birer...
sevgiler,
E.

Öyle güzel ki...
YanıtlaSilteşekkür ederim...
Sil